30 Haziran 2010 Çarşamba

Write The (Bad) Future!


Daha önce, futbol konulu, bu kadar güzel bir reklam izlememiştim. Ama aynı zamanda, bu kadar uğursuz bir reklam da izlememiştim! Nike'ın Write The Future reklamı o kadar güzeldi ki, konuşa konuşa nazar değdirdik! Dünya Kupası'na özel yapılan bu reklamın hiçbir yıldızı, kupada çeyrek finali göremedi!

Drogba'lı Fildişi, Cannavaro'lu İtalya ve Ribery'li Fransa, gruptan çıkmayı başaramazken; Rooney'li İngiltere ve Ronaldo'lu Portekiz, 2. turda elendi. Reklamın diğer yıldızı Ronaldinho ise, Dünya Kupası kadrosuna dahi çağrılmadı!

Reklamın figüranlarına baktığımızda da uğursuzluk devam ediyor. Tim Howard ve Landon Donovan'ın takımı ABD, 2. turda Gana'ya elenirken; İspanyol figüranlardan Pique ve Iniesta, sakatlıklardan bir türlü kurtulamadı. Diğer İspanyol, Fabregas ise; takımının oynadığı 4 maçta, yalnızca 60 dakika sahada kalabildi!

26 Haziran 2010 Cumartesi

F1 Lastikleri Türkiye'de Üretilecek


Gelecek sezondan itibaren, F1'in üç yıl boyunca tek lastik üreticisi olacak olan Pirelli; F1 lastiklerinin, İzmit'teki fabrikalarında üretileceğini açıkladı. Bu haberle birlikte güzel ülkemizin, İstanbul Park dışında da Formula 1'le bir bağlantısı kurulmuş oldu.

25 Haziran 2010 Cuma

Forma Aşkı


2000'li yılların ortalarında, büyük firmaların, formalara acayip desenler koyma trendi vardı. Günümüzde ise, 2010 Dünya Kupası formalarında sadelik moda.

Bu kupada, özellikle koyu renk, düz formalara aşık olduğumu söyleyebilirim. İngiltere'nin kırmızısı; Almanya'nın, Yeni Zelanda'nın ve Meksika'nın siyahı; Arjantin'in mavisi; İspanya'nın laciverti... Gerçekten bayıldım bu formalara. Umarım bu sadelik birkaç yıl daha devam eder.

Averaj Takımı (!)


Ben de dâhil birçok kişiye göre F Grubu'nun, hatta bırakın F Grubu'nu; turnuvanın en zayıf takımı olarak Yeni Zelanda görülüyordu. 24 yıldır Dünya Kupası'na katılamamaları, elemelerde çok kolay takımları geçerek zorlanmadan gelmeleri ve geçen yıl katıldıkları Konfederasyonlar Kupası'nda İspanya'ya 5-0, Güney Afrika'ya 2-0 yenilip, Irak'la 0-0 berabere kalmaları, bu düşüncenin başlıca sebepleriydi. Tüm bu nedenlerle de, Son Şampiyon İtalya, Güney Amerika'nın flaş takımı Paraguay ve Avrupa'daki zor bir gruptan lider olarak çıkan Slovakya'dan tarihî farklar yemeleri bekleniyordu.

Ancak beklenenler olmadı. Turnuvanın averaj takımı olması beklenen Yeni Zelanda, 3 beraberlik alarak, Son Şampiyon İtalya'nın bir sıra üstünde bitirdi grubu. Hatta Paraguay'a bir gol atmayı başarabilseler, gruptan lider olarak çıkacaklardı!

Tunuvadan hiçbir beklentisi olmayan, en büyük amacı; halkının futbola ilgisini artırmak olan Yeni Zelanda, kim ne derse desin, şu ana kadar kupaya en büyük damgayı vurmuştur!

FIFA, statüde bir değişiklik yapmazsa; Yeni Zelanda'yı çok büyük ihtimalle 2014'te de göreceğiz. Umarım o zamana kadar kendilerini biraz daha geliştirirler de daha büyük bir işe imza atarlar.

23 Haziran 2010 Çarşamba

Tarihin Tekerrürleri (Arjantin-Meksika-Almanya-İngiltere)

2010 Dünya Kupası'nda, ilk dört grubun bitmesiyle, bazı 2. tur eşleşmeleri ve olası çeyrek final eşleşmeleri belli oldu. Arjantin, dört yıl önce olduğu gibi, yine 2. turda Meksika'yla oynayacak. Meksika'yı elemesi hâlindeyse, ya yine dört yıl önceki gibi Almanya'yla; ya da 1986'daki gibi İngiltere'yle eşleşecek.

Maradona, 1986'nın çeyrek finalinde, birbirinden olaylı iki golüyle elediği İngiltere'yle; tam 24 yıl sonra, yine bir Dünya Kupası'nın çeyrek finalinde, bu kez teknik direktör olarak karşılaşabilir. Eğer bu ihtimâl gerçekleşirse, gerçekten tadından yenmez!

İzleyelim ve görelim...

PESimist Handanovic!


PES, bana göre en iyi futbol simulasyon oyunudur. Sadece bana göre değil; birçok kişiye göre de en iyisi PES'tir. Ancak herkesin kabul ettiği bir şey var ki, o da; bu oyundaki kaleci simulasyonunun berbatlığıdır! Ben, bu oyunu PlayStation 1'den, Winning Eleven 3, International Superstar Soccer döneminden beri oynamış biri olarak; kaleci sorununun, âdeta oyunun genine işlediğini söyleyebilirim!

Oyundan bu kadar bahsetmişken, artık asıl meseleye geçelim. Slovenya Milli Takımı'nın kalecisi Samir Handanovic, PES'ten fırlamış gibi! ABD'den yediği ilk gol, İngiltere'den yediği gol, Gerrard'dan yemek için çok uğraşıp da yiyemediği gol (!), kenardan gelen ortayı yumruklayarak; 15 metre ilerideki Lampard'a isabet ettirmesi... Bunlar, PES tutkunlarının yıllardır alışık olduğu şeyler. Ancak böyle önemli hataları Dünya Kupası'nda görmek, çok tuhaf geliyor insana.

Adam sanki ülkesini temsilen, kaleyi korumak için değil de; Konami'yi temsilen, PES'in gerçekçiliğini kanıtlamak için gelmiş Dünya Kupası'na! Japonya Milli Takımı'nda olsa, "Kesin Konami'nin adamı" derim! O derece yani. Ama Japonya'yla da alâkası yok. Çözemedim bu adamı!

22 Haziran 2010 Salı

Tam 8 Yıl Önce Bugün...



Zaman, ne kadar da çabuk geçiyor. 8 yıl... Sanki birkaç hafta önceymiş gibi...

İzleyemeyenler için: http://www.youtube.com/watch?v=kmjLqbskDuA

20 Haziran 2010 Pazar

Alma Rossi'nin Ahını, Çıkar Cassano Cassano


İtalya'nın bu kadrosu için "beceriksizler ordusu" demek yanlış olmaz. Zira kupanın en zayıf takımlarından biri olan, grubun da averaj takımı olarak görülen Yeni Zelanda'ya gol atmayı beceremediler! Tamam, maç 1-1 bitti ama İtalya'nın golü penaltıdan geldi. Gol atmayı bırakın, neredeyse pozisyona bile giremedi İtalya.

Turnuva öncesi Lippi'nin özellikle hücum hattındaki tercihleri çok fazla tartışılmıştı. Giuseppe Rossi, Antonio Cassano, Marco Borriello, Fabrizio Miccoli gibi oyuncuların en az ikisinin kadroya alınması gerekirdi. Ama Lippi, bu arkadaşları tercih etmedi ve sonuç ortada.

İtalya'dan zaten kimse başarı beklemiyordu; çeyrek finalde eve dönmeleri bekleniyordu. Fakat henüz grupta tökezlemeleri, beni gerçekten şaşırttı. Umarım bir an önce kendilerine gelirler de, en azından Slovakya, Yeni Zelanda gibi alâkasız takımların tur atlamasını engellerler!

18 Haziran 2010 Cuma

God Save The Queen


2010 Dünya Kupası'nın 8. günü geride kalırken, vuvuzelanın domine ettiği turnuvada, hayırlısıyla ilk tezahüratımızı duyduk. İngilizler, İngiltere-Cezayir maçının son 10 dakikasına doğru, milli marşları olan God Save The Queen'i söylemeye başladılar. Yaklaşık 1 dakika süren bu tezahürat, 8 gün içinde duyduğum tek tezahürattı.

16 Haziran 2010 Çarşamba

Vuvuzelaya Birebir...

Dünya Kupası'nda vuvuzela sesini duymamak için kesin çözüm!

Günah Keçisi Kontenjanı: Ömer Üründül


Ülkede her daim ve her konuda mutlaka bir günah keçisi kontenjanı oluyor. Önce Ahmet'e sallanıyor bu kontenjandan, o gittikten sonra Mehmet'e, o gittikten sonra da bir başka kişiye. Ama bu kontenjan asla boş kalmıyor.

Nitekim Dünya Kupası'nın oynandığı bu günlerde de, Ömer Üründül bu kontenjandan sıralamaya girdi. Forumlarda mı dersin, sözlüklerde mi dersin, yazılı medyada mı dersin, her yerde eleştiriler ardı ardına sıralanıyor. Hepsinin de anateması aynı, "düz yorumcu". Yani nedir düz yorumcu, yorumları belli bir algıya hitap edebilen, vasatı aşamayan, yorumları kimsenin ufkunu açmayan, herkesin gördüğünü gören, herkesin söylediğini söyleyen yorumcu türü. Yaptığı bazı klişeleşmiş yorumlar da geyik malzemesi olarak kullanılır ayrıca.

Hal böyleyken, şikayet edilen konu "klişe" oluyorken, Ömer Üründül'ü eleştiren her cümlenin birbirinin aynısı olması ironidir belki de. Bu insanlar, eleştirilerinde aynı klişeleri tekrar tekrar kullanırken, gidip bir insana "sen düz yorumcusun, çok klişe konuşuyorsun" demekte bir terslik görmezler. Halbuki bu olaya diğerlerinden farklı bir eleştiri getirememişken, gidip bu insanın yorumlarının tekdüzeliğini vurgulamanın bir anlamı yoktur. 100 kere yapılmış espri 101. defa yapılırken klişe olduğu düşünülmez, sırf popülerlik sebebiyle herkesin yaptığı eleştiriyi tekrar yapmanın da klişe olduğu düşünülmez, ama Ömer Üründül'ün yaptığı klişe yorumlardan rahatsız olur bu insanlar.

Eğer durumdan rahatsız olanlar varsa ve amaç bu durumun değişmesini sağlamaksa, gidip TRT'ye bu rahatsızlık iletilebilir, çünkü muhattap TRT'dir. Mail yazılır, telefon açılır, mektup atılır, bir şekilde iletişim kurulur. Veya medya gücü varsa bir kamuoyu oluşturulur bunun için. Ama gördüğümüz tek şey insanların çıkıp, "bak ben de eleştiriyorum, ben de futboldan anlıyorum, Ömer Üründül anlamıyor ama ben anlıyorum, hatta espri bile yapabiliyorum" demesi ve eleştiri yaptığını iddia etmesidir. Eleştirmek başka birşeydir, insanları günah keçisi ilan etmek başka birşeydir. Bu olayın da tek bir sebebi vardır, iyi veya kötü anlamda popüler olmuş birisininin üzerinden prim yapmak. Bunun en basit örneği Sabri Sarıoğlu'dur, nitekim futboluyla alakalı veya alakasız üzerinden sürekli espri yapmaya çalışılır.

Demem o ki, acı bir şekilde Ömer Üründül'ün kişiliği, beyefendiliği, bilgisi, tecrübesi veya yorumculuğu şu an için 2.planda kalmıştır. Asıl öne çıkan Ömer Üründül'ün yorumculuğunu eleştirmektir. Ve Ömer Üründül de "minimum klişe popülaritesi" seviyesini aşarak, Sabri Sarıoğlu'nun önünde günan keçisi sıralamasında 1.liğe yerleşmiştir. Herkese hayırlı ve uğurlu olsun.

14 Haziran 2010 Pazartesi

3 Günden...


  • Almanya'nın, şu ana kadar maç yapan 16 takım arasında en iyisi olduğu söylense de; bence onların iyiliği, Avustralyalıların performansından kaynaklandı. Bırakın favoriler İspanya, Brezilya'yı; Gana'ya karşı bile zorlanabileceklerini düşünüyorum.
  • Turnuvadan önce birçok futbolcu, Jabulani'yi çok eleştirdi. Bu eleştirilerin üstüne İngiliz Green ve Cezayirli Chaouchi saçma sapan goller yeyince, herkesin dikkati topa çevrildi. Tamam, eleştiriler doğru olabilir, onlara hak veriyorum ama bu goller, tamamen kaleci hatasıdır. Hatta hatadan daha fazlasıdır da... Neyse, uzatmaya gerek yok.
  • Messi, Messi, Messi... Arjantin-Nijerya maçından önce herkes, "Messi Barça'da iyi ama milli takımda bir şey yapamıyor" diyordu; maçtan sonra ise, "Messi olmasa bugün Arjantin ne yapardı acaba?" deniyordu...
  • Sırbistan-Gana maçı çok güzeldi. Skorun istediğim gibi olması daha da güzeldi...
  • Dejan Stankovic, Dünya Kupası'na 3 farklı milli takımla (!) katılan ilk futbolcu olarak tarihe geçmiş. Kulağa ne kadar acayip geliyor değil mi? 98'de Yugoslavya'yla, 2006'da Sırbistan-Karadağ'la katılmıştı; şimdi ise Karadağsız Sırbistan'la mücadele ediyor. Sırbistan da dağılır mı dersiniz? Bilemem... Ama öyle bir duruma, artık Stankovic'in yaşının müsaade etmeyeceğini düşünüyorum.
  • Dünya Kupası'nda sanal reklam bile yasakken, ITV -hem de maçın başlarında- nasıl 1 dakikalık reklam kuşağı girip, bir de golü kaçırmış; aklım almıyor!
  • Vuvuzela beni pek rahatsız etmiyor. Geçen yıl Konfederasyonlar Kupası'nda alışmıştım. Birkaç hafta önce de, turnuva atmosferini yaşamak için PES 2010'a yüklediğim bir eklentiyle, sanal maçları vuvuzelayla birlikte oynamaya başladım. Geçen birkaç haftada vuvuzelaya o kadar alıştım ki; vuvuzelasız maçlar garip gelmeye başladı!
  • Hazır vuvuzela demişken... Güney Afrika kalecisi Khune, Meksika maçından sonra, taraftarların yeterince destek vermediğini; vuvuzelaları daha fazla üflemeleri gerektiğini söylemiş! Tamam, pek rahatsız olmadığımı söyledim ama çok da abartmamak lâzım! Bizdeki de kulak yani!..

12 Haziran 2010 Cumartesi

"Sokır" ve "Sakır"


Simon Kuper'in ünlü Futbol Asla Sadece Futbol Değildir kitabında okumuştum... Güney Afrika'nın eski Devlet Başkanı Nelson Mandela, bir konuşması sırasında; "Futbol, birleşmemizi sağlayan en önemli faaliyetlerden biridir." derken, "futbol" anlamına gelen "soccer" sözcüğünü yanlış telaffuz etmiş ve o sözcük, "enayi" anlamına gelen "sucker" şeklinde anlaşılmış.

Kitapta olayı okuduktan sonra ufak bir araştırma yaptım ve "soccer" sözcüğünün "sokır", "sucker" sözcüğünün de "sakır" şeklinde okunduğunu öğrendim. Yani yıllardır "sakır" diye söylendiğini sandığım "soccer", aslında "sokır" şeklinde söyleniyormuş.

Mâlumunuz, bugün (gerçi artık dün) Dünya Kupası'nın ilk günüydü ve açılış maçı, Johannesburg'daki Soccer City stadında oynandı. TRT'deki istisnasız her spiker ve muhabir de, Soccer City'yi "Sakır Siti" şeklinde söyledi. Buradan sesimi duyurabildiğimce, bu yanlışın düzeltilmesini istedim. Kaç kişi bu yanlıştan dönerse kârdır.

Kısacası; Soccer City'yi "Sakır Siti" diye söyleyince, "Enayi Şehri" anlamı çıkıyor. Doğrusu, "Sokır Siti", yani "Futbol Şehri" olmalı...

11 Haziran 2010 Cuma

Haydi Hayırlısı...


Dünya Kupası, güzel sayılabilecek bir maçla başladı. Beraberliğe daha çok ihtimal verdiğim maç berabere bitti. Galatasaraylı Giovani, çok iyi bir performans gösterdi; şahsen çok beğendim. Güney Afrika'nın attığı gol çok güzeldi ama yediği gol de tam derslikti. Gerçi o saçma ofsayt taktiğine Galatasaray'dan alışığız (!) ama insan Dünya Kupası gibi bir turnuvada görünce daha fazla yadırgıyor.

Neyse... Akşam daha güzel bir maç var. Uruguay-Fransa maçını merakla bekliyorum.

Kendi Ülkemizde Yabancı Kaldık


Bugün saat 5 sularında, ve içimde büyük bir heyecanla, Güney Afrika - Meksika maçını internetten izlemek izin Tivibu'nun karşısına geçtim. Marşlar okundu, selamlaşmalar yapıldı, top santraya dikildi ve o da ne? Bir baktım ki Tivibu TRT1 yayınını kesmiş!

Bir maç düşünün ki, kendi ülkenizin devlet televizyonu bu maçı açık kanaldan ücretsiz yayınlıyor. Ama;

Türksat uydusu üzerinden bu maçı izleyemiyorsunuz, şifreli.
Tivibu üzerinden bu maçı izleyemiyorsunuz, kapalı.
Radyo üzerinden bu maçı izleyemiyorsunuz, verilmiyor.

Geriye iki ihtimal kalıyor. Ya bir yerden anten bulup yerel yayından izleyeceksiniz, ya da dijital platformlara üye olacaksınız. Tabi bir de internet üzerinden maçın skorunu ve özetini canlı takip edip, hayalinizde canlandırmak var!

Peki Tivibu bu yayını keserken, ben nasıl aylık ücret verip Tivibu yayını satın almış oluyorum?
Peki ben uydudan izleyemezken, bu nasıl açık kanaldan maç yayınlamak oluyor?
Eğer uluslararası yayın anlaşmaları varsa, ben nasıl Hotbird uydusu üzerinden başka yabancı kanallardan bu maçları izleyebiliyorum?
Bu uluslararası yayın anlaşmaları sadece Türkiye için mi geçerli oluyor?

Şampiyonlar Ligi'nde de, Avrupa Ligi'nde de, La Liga maçları verilirken de, uydudan bu maçların hiçbiri izlenmiyor.

Peki bu uygulama nasıl oluyor da, "size x liginin maçlarını bedava getiriyoruz" oluyor? Bu hizmetlerin getirildiği insanlar kim, var mı bir açıklaması?

Kendi ülkemde bu kadar yabancı bırakılmaya sadece teessüf edebiliyorum, zira elimden ancak bu geliyor.

TVU Player'a ise açık kanaldan verdiği hizmet için teşekkür ediyorum.

Heyecan Dorukta!


48 ayın sultanı Dünya Kupası başlıyor! Şu an gerçekten heyecan dorukta!

Önceki turnuvaların aksine, bu kez turnuvaya motive olamadığımı düşünüyordum. Ama son iki günde öyle motive oldum ki, adeta aşırı motivasyon yaşadım. Dün gece gözüme hiç uyku girmedi; zar zor uyudum. Afrika ateşi, şu an resmen içimde yanıyor!

Bugün önce saat 15.00'te açılış töreni yapılacak; ardından 17.00'de ilk maç, Güney Afrika-Meksika maçı oynanacak. Akşamki maç çok güzel: Uruguay-Fransa. O maçtan çok ümitliyim. Bence turnuvanın ilk güzel maçı olacak.

Kupaların kupası, Türkiye'de ilk kez HD olarak da yayınlanacak. D-Smart ve Teledünya'da yayın yapan TRT HD, 64 maçın 56'sını canlı (aynı saatte başlayan maçlardan 8'ini banttan) yayınlayacak.

Kısacası; umarım çok güzel bir Dünya Kupası izler ve dolu dolu bir ay geçiririz.

10 Haziran 2010 Perşembe

7, 6, 5, 4...


İngiltere Milli Takımı'nda 7 numarayla özdeşleşen David Beckham, 2000-2006 yılları arasında milli takım kaptanlığı yapmıştı. 2006 Dünya Kupası'ndan sonra kaptanlığı bırakan Beckham'ın görevini, 6 numara John Terry devraldı.

John Terry, 2010 yılı başlarında, eşini Wayne Bridge'in eski sevgilisiyle aldattığı ortaya çıkana kadar milli takımın kaptanıydı. Bu olaydan sonra kaptanlığa, 5 numara Rio Ferdinand getirildi. Ancak o da, Dünya Kupası'nın başlamasına bir hafta kala sakatlandı ve kadrodan çıkarıldı.

Zincirleme talihsizliklerin sonucu olarak, Güney Afrika'da İngilizlerin kaptanlığını, 4 numara Steven Gerrard yapacak.

Ne dersiniz; Gerrard'a da bir şey olursa, yeni kaptan Ashley Cole olur mu?

9 Haziran 2010 Çarşamba

(DK '10) Açılış Golünü At, Pazubandı Kap!


Almanya, Dünya Kupaları'nda 3 kez açılış maçını oynadı. 1978 ve 1994'te son şampiyon olarak, 2006'da da ev sahibi olarak, ilk maçı oynama hakkı kazandılar.

1978'de Polonya'yla oynadıkları açılış maçı golsüz bitti. 1994'te ise Bolivya'yı 1-0 yendiler. O maçın tek golünü atan Jürgen Klinsmann, 4 yıl sonra Fransa'da, takım kaptanı olarak forma giydi.

Almanlar, 2006'daki açılış maçında da Kosta Rika'yı 4-2 mağlup ettiler. Maçın ve dolayısıyla turnuvanın ilk golünü atan Philip Lahm, kaptan Michael Ballack'ın sakatlanıp kadrodan çıkarılmasıyla, Güney Afrika'da Alman Milli Takımı'nın kaptanlığını yapacak.

Kısacası; istatistiklere göre, bir Alman'ın Dünya Kupası'nın ilk golünü atması demek, bir sonraki kupada takımın kaptanlığını yapması demek.

8 Haziran 2010 Salı

Eleştiriler ve Paralel Evrenler


Eleştirmek, toplumumuzun -bana göre- en büyük hobisidir. Eleştiriyi yargılama, tartışma, sonuç bulma amacıyla değil de daha çok vakit geçirme amacıyla yaparız. Bu televizyonlarda da böyledir, gazetelerde de böyledir, sokakta da böyledir. Eleştirirken genelde benim olumlama dediğim aktiviteyi gerçekleştiririz. Yani bir konuyu olumsuz durum olarak alıp, bunun geçmiş zamanda nasıl olumlu halde olabileceğini, içinde "ben demiştim" kalıbını kullanma mecburiyetiyle birlikte ortaya koyarız.

Ben de futbol tarihimizin gelişimine katkıda bulunan anlardan birini kırılma noktası olarak alıp, bu andan itibaren bir paralel evren düşündüm. Bakalım nasıl olmuş.



Tarih 8 Eylül 1996. Galatasaray Fatih Terim'i takımın başına getirmiş. 2 yıl üstüste şampiyon olamamış takımda tek beklenti şampiyonluk. Takıma Hagi de katılmış ve Hagi'nin iyi performanslarıyla ligin ilk 2 maçı kazanılmış. Ligin 3.maçı Kocaelispor deplasmanı ve skor beraberlik. Derken içerideki Fenerbahçe maçı geliyor, ve Fenerbahçe çok rahat bir şekilde Ali Sami Yen Stadı'nda 4-0 kazanıyor.

Herkes şaşkın ve üzgün. Kimi Fatih Terim'in yetersiz bir teknik direktör olduğunu, kimisi de Galatasaray'ın ağırlığını kaldıramadığını söylüyor. Eleştirilerin biri bin para. Yönetim baskılara dayanamıyor ve Fatih Terim'i takımdan gönderiyor.

Galatasaray'dan kovulan Fatih Terim birsüre işsiz geziyor. Devre arasıyla birlikte ortasıralarda oynayan bir takımın teknik direktörü oluyor. Fakat burada iyi bir performans gösteremiyor ve sezon sonuna doğru takımın küme düşme hattına yaklaşmasıyla birlikte takımdan ayrılıyor. Bu arada Fatih Terim'in yetersiz olduğunu defalarca tekrarlayan spor yazarları "ben demiştim" diyerek haklı çıkmanın gururunu yaşıyorlar.

Galatasaray'ın başına Kalli geliyor. Kalli'nin gelişiyle birlikte defansı sağlama alan bir futbol oynayan Galatasaray, iyi bir seriyle şampiyon oluyor. Camia mutlu, yönetim gururlu. Fatih Terim'i göndermenin ne kadar doğru olduğu konuşuluyor.



Ertesi yıl da Kalli ile Galatasaray şampiyon oluyor. Fatih Terim yılı işsiz geçiriyor, Rıdvan Dilmen ise 2.Lig'de teknik direktörlüğe başlıyor.

1999 ve 2000 yılında Beşiktaş şampiyon oluyor. Galatasaray Kalli'yi gönderiyor. Rıdvan önce Malatyaspor'u 1.Lig'e çıkarıyor, sonra da Bursaspor'u UEFA Kupası'na taşıyor. Geçen 4 yıllık periyodda Şampiyonlar Ligi'nde alınan en yüksek puanı 7 puan ile Beşiktaş alıyor. Galatasaray ise 2 yıl üstüste 4 puan alıyor.

Fenerbahçe ise 5 yıl süren şampiyonluk hasretinden sonra, Rıdvan'ı büyük kamuoyu desteğiyle teknik direktörlüğe getiriyor. Camia umutlu, taraftarlar mutlu.


Rıdvan Fenerbahçe'yi 3 yıl üstüste şampiyon yapıyor. Fenerbahçe Türkiye'nin en büyük takımı. Yeni stadıyla birlikte diğer takımlardan üstün olduğu her platformda konuşuluyor.

Şimdi biraz ileri saralım.

Yıl 2005.

Fatih Terim. Televizyonda yorumculuk yapıyor. Programın vizyonu da şu, "Fatih Terim Güntekin Onay'la birlikte haftanın maçlarını yorumluyor."

Rıdvan Dilmen. Teknik direktör. Fenerbahçe'yi 4.yıl şampiyon yapamadığı için kovuldu. A Milli Takım'ı çalıştırıyor. Takımın Euro 2004'e katılmasını sağlayamadı ama halk onu seviyor ve güveniyor.

Faruk Süren. Eski Galatasaray Başkanı. Onu diğer başkanlardan ayıran bir farkı yok.

Gheorghe Hagi. Kalli ile bir türlü anlaşamadı. 2.yılının devre arasında takımdan ayrıldı ve Romanya'da bir takıma transfer oldu. Şu an ne yaptığı bilinmiyor.

Claudio Taffarel. Brezilya'da bir kilisede rahiplik yapıyor.

Özhan Canaydın. Rekor oyla seçildiği Galatasaray Başkanlığı'nda, 10 yılda 7 şampiyonluk, Avrupa'da çeyrek final vaat etti. Takıma dünya yıldızı olarak 35 yaşındaki Caniggia'yı kazandırdı.

Hakan Şükür. Galatasaray kaptanlığı yapıyor. Rıdvan Dilmen'e kırgın.

Galatasaray taraftarı. 1999 yılında kazanılan Roma maçının gururu hala omuzlarında. Avrupa Avrupa duy sesimizi diyor.

6 Haziran 2010 Pazar

(DK '10) Böyle Forma Görülmedi!


Puma, Afrika'yla özdeşleşmiş; Afrikalı takımlara her zaman biraz farklı formalar tasarlamıştır. Ancak hiç şüphesiz bu farklılığın zirvesi, 2002'ydi.

O dönemler taraflı tarafsız herkesin, Afrika'nın en iyisi olarak gördüğü Kamerun, futbol tarihinde eşine belki de rastlanmayacak bir forma giymişti. Resimde de gördüğünüz gibi, Puma'nın Kamerun Milli Takımı'na lâyık gördüğü formalar kolsuzdu!

Kamerun, bu formalarla Afrika Uluslar Kupası'na katılmış ve kara kıtadaki son şampiyonluğunu yaşamıştı. Fakat bu sıra dışı forma, birkaç ay sonraki Dünya Kupası Finalleri'nde, FIFA'nın engeline takılmıştı.


Kamerunluların Dünya Kupası için bulduğu çözüm, birer siyah t-shirttü! Formanın içine giyilen siyah t-shirtlerin sağ koluna, normalde formanın sağ kolunda bulunması gereken Dünya Kupası logosu basılmıştı. Böylelikle forma krizi aşılmış oldu. Ama ne olursa olsun, Kamerun bu formasıyla, Dünya Kupaları tarihinin unutulmazları arasına girdi.

Bu arada ikinci resmin başkahramanı olan Marc Vivien Foé'yu da anmadan geçmeyelim. Kamerunlu futbolcu, 2003 Konfederasyonlar Kupası Yarı Finali'ndeki Kolombiya maçı sırasında, sahada kalp krizi geçirerek hayata gözlerini kapamıştı.

5 Haziran 2010 Cumartesi

(DK '10) Franco'yla Gelen Şans


1954 Dünya Kupası Elemeleri'nde, 2 takımlı gruptaki rakibimiz, İspanya'dır. İspanyollara ilk maçta deplasmanda 4-1 yeniliriz. İki ay sonraki rövanşı, İnönü'de 1-0 kazanırız. Grupta iki takım da aynı puana gelir. İspanya'nın averaj üstünlüğüne karşın, o zamanlar averajın bir önemi olmadığı için, iki takım arasında bir maç daha yapılmasına karar verilir. Maç, tarafsız bir yerde yapılacaktır. O yer, Roma Olimpiyat Stadı olur.

Roma'daki maç da 2-2 berabere biter. O zamanlar uzatma, seri penaltı atışı gibi şeyler olmadığı için, Dünya Kupası'na gidecek takım, çok ilginç bir yöntemle belirlenir: Para atışı! Franco adlı, İtalyan bir top toplayıcı çocuğun yaptığı para atışı sonunda kazanan, kaptanımız Turgay Şeren olur. O para atışı, bizi tarihimizde ilk kez Dünya Kupası'na götürmüştür.

Kuzey Kore'den Forma Sürprizi!

Dünya Kupası henüz başlamadan, turnuvanın ölüm grubundaki en zayıf takım Kuzey Kore, birbirinden ilginç olaylara imza atıyor. Önce, 3 kişilik zorunlu kaleci kontenjanından birini, forvet oyuncusu Kim Myong Won ile kullandılar; sonra da kupanın başlamasına bir hafta kala, forma sponsorlarını değiştirdiler!

Uzun süredir Çinli firma Erke'nin sponsor olduğu Kuzey Kore Milli Takımı, artık İtalyan Legea'yla yola devam edecek.

Tabii şunu da söylemem lazım; bu sponsorluğun detaylarını bilmiyorum. Yani hemen mi başlıyor, yoksa kupadan sonra mı geçerli olacak; o konuda bir bilgim yok. Bilen birisi aydınlatırsa güzel olur.

Bu arada hazır Kuzey Kore'nin ilginçliklerinden bahsetmişken, kupaya katılan ülkeler arasında, maçların yayınlanmayacağı tek ülkenin de Kuzey Kore olduğunu belirtelim! Geçen gün Eurosport'ta Kuzey Kore-Yunanistan hazırlık maçının özetini izlerken, Dağhan Irak söylemişti. Ülkedeki komünist yönetimin saçmalıklarından biriymiş.

Casillas ve Valdes


Casillas 29 yaşında; Valdes 28...
Casillas, Real Madrid'in kalecisi; Valdes, Barcelona'nın...
Casillas, İspanya Milli Takımı'yla ilk maçına 3 Haziran 2000'de çıktı; Valdes, 3 Haziran 2010'da...

İki kaleci arasında çok fark var ama bu on yıllık fark da biraz çok olmuş sanki...

4 Haziran 2010 Cuma

Yeni Yazarımız: Erdem Karakuş (man in black dress)

Bir süre önce, bloga yazar aradığımı söylemiştim. Yapılan birkaç başvuru sonunda, man in black dress nickini kullanan Erdem Karakuş'la anlaştık. Yeni yazarımız hayırlı olsun.

(DK '10) Katıldık, Gidemedik!


İkinci yazım, yine 1950'den. Fakat bu kez bizimle ilgili.

Milli takımımız, Asya'dan girdiği son elemelerde, o zamanki statüye göre tek maç oynar. 20 Kasım 1949'da, Ankara'da Suriye'yi 7-0 mağlup eden millilerimiz, 1950 Dünya Kupası'na katılmaya hak kazanır. Ancak dönemin maddî imkânsızlıkları yüzünden, dünyanın öbür ucundaki Brezilya'ya gidilemez.

Böylelikle, elemelerini geçtiğimiz turnuvaya katılamamış oluruz. Ama hasret fazla sürmez. Ve...

Sonrası, bambaşka bir ilginçlik içeriyor. O da bir sonraki yazının konusu...

(DK '10) Finalsiz Dünya Kupası


Büyük kupanın başlamasına artık sadece bir hafta kalmışken, ben de bu bir haftayı, geçmiş kupalardan ilginç olayları yazarak geçirmek istedim. İlk olayımız 1950'den...

1950 Dünya Kupası'yla ilgili olarak hep şu anlatılır: "1950'deki Uruguay-Brezilya finali, kupa tarihinin en çok seyirciyle oynanan maçıdır. Maçı yaklaşık 200 bin kişi izlemiş ve Uruguay, 200 bin Brezilyalı'nın önünde kupayı almıştır."

1950 Dünya Kupası'ndaki Uruguay-Brezilya maçında, stadda yaklaşık 200 bin kişi olduu doğru. Bu maçın sonunda Uruguay'ın kupayı kazandığı da doğru. Ama bu maç, final maçı değildi! Nasıl mı?

O kupa, Dünya Kupaları tarihindeki finalsiz tek kupadır. Turnuvaya katılan toplam 13 takım; 2 tane 4'lü, 1 tane 3'lü, 1 tane de 2'li olmak üzere, 4 gruba dağıtıldı. Grup maçları sonunda gruplarını lider tamamlayan, Brezilya, İspanya, İsveç ve Uruguay, final grubuna alındı. Bu grubu lider tamamlayan, şampiyon olacaktı.

İlk iki maçlar sonunda, Brezilya 4 puanla lider; Uruguay, 3 puanla ikinci sıradaydı. Diğer iki takımınsa şampiyonluk ihtimâli kalmamıştı. Son maç gününde Uruguay'la Brezilya, Rio De Janeiro'da, yerel saatle 15.00'te liderlik için karşılaşırken; aynı dakikalarda İspanya'yla İsveç de, Sao Paulo'da formalite maçına çıkıyordu.

Uruguay, Brezilya'yı yenerek 5 puanla liderliğe yükselmiş ve dolayısıyla şampiyon olmuştu. Ancak Maracana'daki bu tarihi maç, turnuvanın ne final maçıydı; ne de son maçı...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...